SELMA ERSOY ANLATIYOR;
F.B.:
Peki, Anneniz dedenizle beraber seyahatlere katılıyor. Kastamonu günleri var,
İstanbul günleri var… O hatıralarından sizlerle paylaştığı nelerdi?
Selma Argon: O zaman annem ve
diğer çocuklar daha küçükler. Şeyhülislam, Milli Mücadeleye katılan insanlar hakkında
dedikodu çıkarıyor ya, hani haklarında tutuklama emirleri çıkartıyor. Dedeme de
zaten haber geliyor, Ankara’ya davet ediliyor. Emin dayımı yanına alıyor ve diğer
çocuklarla vedalaşıyor. “Babanız gidiyor,” diyor anneannem. Ondan sonra
ayrılıyor İstanbul’dan. Ali Şükrü Bey var yanında, biliyorsunuz. Yollara
düşüyorlar, kâh atla kâh işte neyle gidebiliyorlarsa. İnebolu’ya, İnebolu’dan
Kastamonu’ya, oradan da Ankara’ya… Kastamonu’da bir müddet kalıyorlar. Ondan
sonra oradan da Ankara’ya geçiyorlar. Ankara’ya geçtiklerinde Emin dayım var
yanında. Çocuklar İstanbul’da, dayım küçük, annem küçük. Öbür teyzelerim;
Feride teyzem, Cemile teyzem de henüz daha genç kız olma yolunda. Evde bir sürü
çocuk var. O zaman Süheyla teyzem de bizde, yani dedemin arkadaşının
çocukları... Onlarla beraber tahmin ediyorum evde 7-8 çocuk var.
F.B.:
Evde Cemile, Feride, Su’ad…Tahir…İbrahim, Emin, Tahir… Maşallah 7 çocuk var.
Selma Argon: Evet. Şimdi,
anneannemle dedemin altı çocuğu olmuş. Naim çok erken ölüyor, onun için beş
çocuk kalıyor. Bir de Süheyla teyze dediğimiz bizim hep teyzemiz olarak, öz
teyzemiz olarak bildiğimiz kişi var. Onun kız kardeşi, bir de onun erkek
kardeşleri varmış ama erken ölmüş, yani o iki kardeş kalmışlar. Evde anneannem
var, astım hastası biliyorsunuz. Evde bir de Halil Efendi diye bir bey var.
Halil Bey evin hizmetini gören yardımcımız, annem rahatsız olduğu için. O zaman tabi ne kadar orta halli, orta halin
de aşağısında evlerde bir yardımcı olurmuş mutlaka, yemeklere yardım edecek. O
Halil Ağa katiyen bırakmıyor anneannem ve çocukları. Anneannem, “Halil Efendi,
artık sana nasıl para vereceğimi bilmiyorum? Sen artık memleketine
gidebilirsin,” demiş. Boluluymuş galiba... Halil Efendi, “Yok demiş, siz bana
Mehmet Akif’in emanetisiniz, ben bir yere gitmem,” demiş. Onlarla beraber
kalıyor.
Aşağı yukarı bir seneye yakın
dedemden bir haber alamıyorlar. Bir sene sonra İstanbul’a gelen bir hanımla
dedem biraz para gönderiyor. Gelen kadın onları yanına alarak dedemin yanına
gidiyorlar. Küçük bir vapura biniyorlar. Çocuklara tembih ediyorlar, “Sakın
babanızın kim olduğunu söylemeyin. Babamız tüccar, onun yanına gidiyoruz deyin,”
diyerek. Anneannem anlatırdı, vapuru İngilizler kontrol ediyormuş. İngilizler
sahilden açılmadan evvel garajı kontrol ediyorlar. Acaba milli mücadeleye
katılmak için kaçan var mı diye her yere bakıyorlar. Küçük bir vapurla
gidiyorlar. Annem derdi ki, ”Denize açıldıktan sonra, vapurun kömürlük kısmından,
kömür sepetlerinin içinden hep Kuleli talebeleri çıktı, gencecik insanlar…” Milli
Mücadeleye katılmak için gidiyorlar… Herkesi ayrı bir heyecan sarıyor.
F.B.:
Kömürlükte mi kaçıyorlar Anadolu’ya?
Selma Argon: Kömürlüklerin
diplerine sığınmışlar. “Kontrol noktasından ayrılınca, herkesin dili açıldı,”
diyordu annem. “Ben şunun kızıyım, ben şunun karısıyım, kocamın yanına
gidiyorum. Kocam Milli Mücadelede şurada, burada…” diye anlatıyorlarmış. Herkesin
ağzı hayretle açılmış tabi. Oradan İnebolu’ya gidiyorlar, İnebolu’dan
Kastamonu’ya. Dedem onları aldırıyor, Kastamonu’da iki yıl kalıyorlar. Orada
iki evde kalmışlar anlattıklarına göre; biri yıkılmış, biri hâlâ duruyor. Ziyaret
etmek için gittiğimde giremedim, birinin elindeymiş ve restore ettiriyordu, Önünde
çektiğim resimler var, güzel bir eski Kastamonu evi. Şahane evler; iki kat, alt
katı mutfak olarak yapılırmış soğuk olmasın diye. Üst katta geniş odalar,
misafir geldiğinde rahat etsin diye çok büyük yapılırmış; yere yataklar
konurmuş, aydınlık olması için bir yığın pencere vardı. Restore ettiriyormuş,
belki çoğu ev gibi o da restoran veya motel falan olacaktır. Çoğu ev öyle çünkü
orada. Restore edilmeyi bekleyen çok da güzel evler var Kastamonu’da, çok özel
evler. Zaten biliyorsunuz, Safranbolu’da da o evler çok güzel olmuş.
Dedemin bedeninin gezindiği o
sokaklarda, caddelerde ruhuyla birlikte kol gezmek müthiş bir duyguydu.
Birazcık gezdim. Kastamonu’nun içinde çok dolaştım. Kütüphaneye götürdüler. Orada
dedemin İstiklal Marşı kabul edilmeden evvel ilk yazdığı gazeteyi okudum…
Kastamonu’da bir gazete çıkmış, orijinali duruyor, onu gösterdiler bana.
Kütüphanede duruyormuş, herhalde orijinal baskısı. İlgi çok büyüktü, oradan da
mutlu ayrıldım. Tabi Kastamonu’da sokaklarda yürürken diyorsunuz ki dedem de bu
sokaktan geçti mi, geçerken ne düşündü. Nasrullah Camisine girdim. İçerde vaaz
verdiği kürsü duruyor, orada merdivenle çıkılırmış, ufak. İnsanın tüyleri
ürperiyor. Kapıda bir yazı var, girişte Kocaman bir resim koymuşlar, altında dönemi
anlatan bir yazı yazıyor. Burada bir sürü insan toplanmış o önemli günlerde. Düşmanın
kapıya dayandığı, neredeyse Ankara’ya dayandığı günlerde dedem burada insanlara
vaaz verdi. İnsanların yüreklerine seslenmiş, milli bilinci, birlik ve
beraberliği anlatmış ve hakikaten ağlamış herkes, heyecanlanmış. Başka türlü
hisler içinde kalıyorsunuz. Benim dedem burada konuştu, bu insanları coşturdu,
Milli Mücadele için elinden gelen her şeyi yaptı diye müthiş gurur
duyuyorsunuz. Biraz da hüzünleniyorsunuz, orada olmak istiyorsunuz, o
dönemde... Ben hep o isteği duydum.