Selma Argon: Okulda öğretmenlerinizin
size olan tavırlarından, sevgisinden ve her yerde sizi öne koymalarından,
müsamerelerde en güzel rolü size vermelerinden özel biri olduğunuzu
hissediyorsunuz. Mesela bir müsameremiz vardı 23 Nisan’da, ben ‘gül’
rolündeydim. Böyle bana gül elbisesi yaptılar, şarkılar söylerdik. Bir defa
böyle kendini beğenmiş oluyor insan galiba, çocukken o hissi çok yakından
duyuyorsunuz. Bir de annenizi, dayınızı çok sayıyorlar, seviyorlar, beni çok
seviyorlar. Zaten bir de bende şöyle bir şey var, anneme ve dayıma hayrandım
ben. Hem onların huy güzelliklerine, davranışlarına, çocuklarına olan
davranışlarına bir de güzelliklerine, tatlılıklarına, neşelerine hayrandım. Onlarla
evdeki zaman o kadar güzel geçerdi ki, dedim ya sevinç eksik olmazdı, Çamlıca
körfezinde yüzdük. Hep düşünmüşümdür şimdi hangi çocuğun öyle bir şansı var,
hiç kimsenin. Denize bile giremiyor çocuklar İstanbul’da. Benim hayatım yazın
tatillerde, dayımla sandalımızla kürek çekerek Dolmabahçe’ye kürekle giderek
geçti ki, o yaştaki bir çocuk için fevkalade bir şey. Ondan sonra vapurlar
yanaşır Çubuklu iskelesine, kürek çekerek onun arkasına giderdim. Vapur
çalışırken bir akıntı yapar ya, sandalı fırlatırdı; vapurun dalgası geldiği
zaman dalgaya burnunu verip sallanmak, sandalla böyle inip kalkmak en büyük
keyfimizdi. Yazın denizde yüzerek, erkek çocuklar gibi ağaçların tepesine
tırmanarak oynardık, çocukluğum çok mutlu geçti. Küçük bir yerde yaşadık, ama
Çubuklu’da her çocuk birbirini tanır, her aile birbirini tanır. Şimdi öyle bir
çocuk düşünemiyorum. Tamam, şimdiki çocukların çok fazla şeyleri var;
bilgisayarları, telefonları var. En modern elektronik aletlere sahipler ama
bizim devrimizde yaşayan çocuklar gibi sandalla kürek çekerek, ondan sonra
sokaklarda ağaç dallarından at yapıp koşturarak, ne bileyim, kırlarda çiçek
toplayarak oynama şansına sahip değiller. O zamanlar sanki her taraf kırdı
Çubuklu’da. Oralarda çiçek toplayarak, kuzularla, tavuklarla iç içe geçerdi
hayat. Küçüksu’da fuar kurulurdu 23 Nisanlarda, büyük kayık salıncaklara binerek
eğlenirdik. Oysa şimdiki çocuklar evde kapalı, biraz asosyal büyüyorlar.
F.B.:
Şanslıyız diyorsunuz…
Selma Argon: Evet, ben çok
şanslıydım, kendimi çok şanslı hissediyorum. Bir kere öyle bir aileden geldiğim
için şanslıyım. Bu bana verilmiş bir hediye... Bir de öyle bir anne, öyle bir
dayı… Aslında babam da iyi bir insandı ama annemle anlaşamadılar, ayrıldılar. Ben
hatırlıyorum, çocukluğumda bizleri çok severmiş. Ben doğduğum zaman, biraz
kendini beğenmişlik olacak ama o kadar güzel bir çocukmuşum ki, “Karım bir Hedy
Lamarr doğurdu,” demiş babam. O zamanki meşhur artistlerden. Bir uçtan bir uca süzmüş falan
böyle çok severmiş bizi, ama bir yerde anlaşamadılar annemle ve
ayrıldılar. Her ailenin başına gelen bir olay.
F.B.:
Annenizle babanızın evliliğinde dedenizin rolü nedir?
Selma Argon: Vallahi dedemin
bir rolü olduğunu zannetmiyorum, çünkü annemle babam herhalde bir yerde
karşılaşmışlar ve birbirlerine âşık olmuşlar. Babam da veterinerdi, bir de
gösterişli, çok yakışıklı bir adamdı. Kaşları biraz Atatürk’ü andırırdı,
resimlerde göreceksiniz. Âşık oluyorlar birbirlerine. Annem anlatırdı; “Babam
beni bir kenara çekti, bak kızım iyi düşün evlendiğin zaman bunun geriye dönüşü
yok,” demiş. “Tamam, ben evleneceğim,” demiş annem, çünkü biraz yaş farkı vardı
aralarında… Belki de ondan dolayı dedem bu nasihati vermiş. Bir de küçük kızı,
en küçük kızı, o nasihati vermeyi herhalde kendisine bir görev bildi.
F.B.:
Kaç yılında evleniyorlar?
Selma Argon: 1925 yılında…
yani ablam 1927 doğumlu, bir sene sonra olsa herhalde, 1925-26 senesinde falan
evlenmiş olmaları lazım.
F.B.:
Evlilikleri İstanbul’da mı oldu, Ankara’da mı?
Selma Argon: İstanbul’da olması
lazım. Öyledir herhalde, tam bilemeyeceğim ama ondan sonra mesela gitmedikleri
yer kalmamış; Beytüşşebap, Erciş, Milas, Muğla…
F.B.:
Görevi gereği mi?
Selma Argon: Tabi veterinerdi
babam… Albay veterinerdi. Dedemin mesleğinden ve dedem de onu çok takdir etmiş.
Mesleğine çok düşkündü, ondan sonra askerliği de, veterinerliği de seviyor.
Hakikaten babam çok düşkünmüş mesleğine ve dedem mektuplarında, “Evladım Ahmet
Bey!” diye hep hitap ediyor babama. Dedem babamı çok severmiş ve babam da onu
çok severmiş. Hakikaten öyle, ama belirli zaman sonra, yani dediğim gibi her
evde olabilecek bir şey, karı koca anlaşamayabiliyor. Ben de öyle, ben de
eşimden ayrıldım belirli bir süre evli yaşadıktan sonra, yani oluyor bunlar.
F.B.:
Babanız kaç yılında vefat etti?
Selma Argon: Babam 57
senesinde vefat etti. Ayrıydılar o zaman. Aşağı yukarı 60’lı yaşlarda falandı,
kalp krizinden vefat etmiş. Ayrıldıklarında ben 5 yaşındaydım, işte dayımın
yanına gittiğimizde. Heybeliada’da oturuyorduk dayımlarla. Oradayken öğrendik
vefat ettiğini, haberi geldi.
F.B.:
Gelip gider miydi, sizi sorar mıydı?
Selma Argon: Çubuklu’ya gelip
giderdi. Çubuklu’da bir bakkal vardı, arkadaşımın babasının işlettiği bir
yerdi… Oraya gelirdi babam, eve gelmezdi, belki de annemi rahatsız etmemek
için. Haber gönderirdi, annem pencereden bakar peşimden, bakkala giderdim ben. Orada
babamla otururduk, kucağına alırdı beni, çikolatalar getirirdi, şunlar bunlar…
Yarım saat bir saat falan beraber olduktan sonra beni öper, koklar, giderdi,
ama o zaman sivildi tabi.
F.B.:
Babanız ve dedeniz, şimdi babanızın vefatı 1957.
Selma Argon: 57, evet.
F.B.:
Sizin diyaloglarınız nasıldı babanızla?
Selma Argon: Babamla tabi
küçük yaşta ayrıldığımız için, hani hep evde de sevildiğimi hatırlıyorum.
Çubuklu’da oturduğumuzda babam o zaman emekli olmuştu zaten, benim çocukluğumda
da yani 5 yaşında emekliydi babam.
F.B.:
O İstanbul dışındaki seyahatlerde siz de oldunuz mu, annenizle beraber, o zaman
çocuklar yok muydu?
Selma Argon: Hangi
seyahatlerde?
F.B.: İstanbul dışı…