Kendisine bu hareketinin
sebebi sorulduğunda, başkasına yapılan haksızlığa tahammül etmesinin mümkün
olmadığını söylüyordu. “Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış demektir”
diye 20 yıllık memuriyetine tereddütsüzce veda etmişti.
Üç buçuk soysuzun ardından
zağarlık yapamam.
Hele hak namına haksızlığa
ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım
istiklale
Bana hiç tasmalık etmiş değil
altın lale
Yumuşak başlı isem, kim demiş
uysal koyunum.
Kesilir belki, fakat çekmeye
gelmez boynum!
Kanayan bir yara gördüm mü
yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim,
çifte yerim.
Mehmet Akif, çağın geliştiği
bilim ve teknik seviyesinin aynen aktarılmasını ve ülkenin bu yüksek bilim ve
teknik düzeyi içinde gelişmesini her vesile ile belirtiyordu. Bilim ve tekniğin
kaynağının Batı olduğunu görmüştü. Özellikle Berlin seyahati sırasındaki
gözlemleriyle Osmanlı toplumunun bilim ve teknik yönünden ne denli geri
kaldığını fark etmişti.
İkinci Meşrutiyet’le birlikte
hürriyetin ilanını her şeyin çaresi gibi gören geniş bir kitle vardı. Bu
kitlenin umursamaz tavırlar içinde Batı’nın teknik ve bilim düzeyine bigâne
kalışını da hayretle seyretmekteydi. Halkı bu konuda tembel, cahil ve ilgisiz
buluyordu.
Bu kitlenin mutlak surette bu
konularda duyarlı davranması gerektiği fikrindeydi.
Safahat’ın birinci kitabında
Köse İmam isimli şiirinde bu gözlemlerini dile getiriyor:
Bu cehalet yürümez, asra
bakın: asr-ı ulûm
Başlasın terbiyeniz,
ailelerden oğlum.
Sâde hürriyet ilanı ile bir
şey çıkmaz;
Fikr-i hürriyeti halka
hazmettiriniz biraz...
Yine Fatih Kürsüsünde isimli bölümde
cehaletin ülkeyi nasıl felaketlere sürüklediğini dile getirir:
Felâketin başı, hiç şüphe yok,
cehaletimiz;
Bu derde çare bulunmaz - ne
olsa - mektepsiz;
Ne Kürt elifbayı sökmüş, ne
Türk okur, ne Arap;
Ne Çerkes'in, ne Lâz'ın var,
bakın, elinde kitap!
Hülâsa milletin efrâdı
bilgiden mahrum.
Unutmayın şunu lâkin:
"Zaman: zamân-ı ulûm!"
Verdiği öğütler içinde zaman
zaman dünyanın ahvalini, zaman zaman gelişen tekniği ve bilimi esas alır.
Cehaletin en büyük felâket olduğunu belirtir.
Bir baksana gökler uyanık, yer
uyanıktır.
Dünya uyanıkken uyumak,
maskaralıktır.
Eyvah bu zilletlere sensin
yine illet,
Ey derd-i cehalet sana
düşmekle bu millet,
Bir hâle getirdin ki: Ne din
kaldı, ne nâmûs,
Ey sine-i İslâm’a çöken
kapkara kâbûs.
Ey hasm-ı hakiki seni
öldürmeli evvel
Sensin bize düşmanları üstün
çıkaran el.
Ey millet uyan! Cehline kurban
gidiyorsun.
“İslâm’ı da batsın” diye
tutmuş yediyorsun.
Allah’tan utan. Bari bırak
dini elinden.
Gir leş gibi topraklara kendin
gireceksen.
Lâkin ne demek bizleri Allah
ile iskât?
Allah’tan utanmak da olur ilm
ile... Heyhat!