Bugün birçok kitapta
kayıtlıdır, dedemin adıyla ilgili şu anlatılır; büyük dedem Tahir Efendi, yeni
doğan oğluna Ebced hesabı ile doğum yılını içine alan (Ragıf) adını koyuyor. Bu
isim (Gerde) adlı bir nevi ekmek manasına geliyor. Lâkin Osmanlı dilinde böyle
bir isim pek bilinmeyen bir isim olduğu için zamanla unutuluyor ve Akif
deniliyor. Tabi bugün artık Akif ismiyle anılıyor dedem. Türk milleti onun bu
ismini o kadar benimsemiş ki bizim de şaşırdığımız veriler ortaya çıkıyor.
Bakın, AKİF Türkiye'de en çok kullanılan 167. isim. Yani ülkemizde yaklaşık her
796 kişiden birinin adı AKİF, bunu bindelik hesaba koyarsanız ismin yaygınlık
oranı binde 1.26. Halkımız Akif, Mehmet Akif ismini çok benimsemiş, durum bu
kadar ortada. Tabi bir de bu sonuçların aritmetiği yapılıyor, işte günlük
ortalama nüfus artış hızına orantılarsak ülkemizde yaklaşık 96,070 kişinin
isminin AKİF olduğu ve AKİF isimli kişi sayısının her yıl ortalama 1498 kişi
arttığı tahmini yapılıyor. Halkımızın gösterdiği bu ilgi, sevgi, muhabbet
hakikaten bizi de derinden etkiliyor.
F.B.:
Tam burada aileye yapılan bir eleştiriyi size sormalıyım. Akif’in aile
fertleri, yani teyzeleriniz ve sizlerden devam ediyor soy; Akif ismini
çocuklarınıza verdiniz mi? Yani ailede bugün Mehmet Akif isminde kim var?
Selma Hanım; Evet, bu zaman
zaman bize yansıtılıyor. Şunu ifade etmemizde fayda görüyorum. Mesela Dedem
Mehmet Akif, erkek evladı olunca biliyorsunuz Tahir ismini koyuyor. Tahir,
babasının, yani büyük dedemizin ismi. Aslında bizde bir gelenektir, büyüklerin
isimleri devam etsin diye yeni doğan çocuklara ön ad olarak koyarlar, yahut tek
ad olarak. Ancak maalesef teyzelerimin çocuklarında da Akif ismi yok. Tahir ve
Emin dayımların zaten çocukları olmadı. Büyük teyzem Cemile’nin bir erkek çocuğu
var, adı Bülent. Tabi o daha sonra vefat ediyor. Cemile teyzemin çocuklarından
Rezzan’ın nesli devam ediyor. Rezzan’ın da bir tane erkek çocuğu oluyor, iki
tane kızı. Erkek olana Aydemir ismini veriyorlar. Bir de annem Su’ad hanımın
çocukları oluyor ama ikisi de kız. Benim ve Ferda ablamın birer çocuğu var.
Birisi Ali, diğeri İlkay ismini taşıyor. Ailede kız çocuğu ağırlıklı. Ancak
şöyle bir durum da var; ailenin dağınıklığı ve siyasi baskılar yüzünden biraz geçmişten
uzaklaşma yaşandığını düşünüyorum. Şöyle düşünün; tek parti dönemi, dedeniz İstiklal
Marşı’nın yazarı, şairi ama arkasında hafiyeler gezdirilmiş. Polis takibine
uğramış. Vefat etmiş TBMM 1. dönem milletvekili olmasına rağmen, ne TBMM’de ne
de devletin hiçbir resmi makamında cenaze töreni tertip edilmediği gibi, resmi
erkandan cenazeye bir tek kişi dahi katılmamış. Adeta bir suçlu muamelesi
görmüş. Bugünden bakınca, bu resmi yaklaşım, ailesine dedemi yabancılaştırmış.
Artık bunun adına baskı mı dersiniz, yoksa korkutulma mı bilmiyorum. Ancak o
tek parti döneminin baskıcı, militer yapısı nasıl her yere sindiyse, demek ki
aileye de sinmiş görünüyor. Çok şükür ki artık o baskıcı dönemlerde değiliz.
Biz dedemizin torunları olarak onun ailesi olmaktan da, evladı olmaktan da
şeref duyuyoruz. Onun taşıdığı misyonu da, yüreğindeki sevgiyi, inancı,
idealizmi yüreğimizde hissederek taşıyoruz. İnşallah bir torunumuz olursa ona
dedemin ismini vermeyi hem tarihi bir yanılsamayı önlemek, hem de tarihi bir
yanlış gidişi, kopuşu durdurmak adına bir görev sayıyorum.
F.B.:
Evet, Tahir Efendi’den devam edelim. Dedenizin eğitim ve aile hayatını
anlatıyordunuz?
Selma Hanım: Tahir Efendi’nin,
yani büyük dedemin bir de kızı dünyaya geliyor. Ne diyelim, bizim büyük
halamız. Ona da Nuriye adını veriyorlar. Sonradan Nuriye Hanım Arif Hikmet Bey’le
evleniyor. Nuriye Hanım’ın ailesi, çocukları …
Dedem, dört yaşına basınca
mahalle mektebine başlıyor. Ailenin durumu yüzünden mektebine zorlukla devam
ediyor. Mahalle mektebini bitirdikten sonra Fatih’te Emir-i Buharî’deki mektebe
devam ediyor. Burayı da bitirdikten sonra Fatih Merkez Rüştiyesi’ne yazılıyor.
Bu mektepte en çok sevdiği hocanın Kadri Efendi olduğu yazılıyor ki kendisi
Türkçe hocasıdır. Bu hoca, küçük Akif üzerinde önemli bir tesir bırakıyor.
Dedemin milli ve İslami kaygılarının arkasında Kadri Efendi’nin derin etkisi
olmuştur. Hatta diyebilirim ki, Sultan Abdulhamid için kullandığı ağır sözlerin
nedeni de muhtemelen Kadri Hoca’ya karşı yapılan iş ve eylemlerden dolayıdır.
Zira Kadri Efendi, Abdülhamid’in baskısına fazla dayanamıyor ve önce Mısır’a
kaçarak orada Kanun-u Esasi adıyla bir gazete çıkarıyor. Daha sonra bu gazeteyi
devam ettiremiyor ve o yıllarda hürriyet taraftarlarının sığındığı Paris’e
kaçıyor. Orada vefat ettiği biliniyor.
Dedemin fikir ve ilmi
hayatının bir diğer hocası büyükbabamızdır, yani babasıdır. Arapçayı ve dini
ilimleri babasından öğrenmiştir. Baba, oğlu ile birlikte camiye giderken yolda
ona bilmediği lûgatları ezberlettiği söylenir mesela, dine temas eder, bir
takım bilgiler verirmiş. Bu yüzden Dedemiz, babası için “O benim hem babam, hem
de hocamdır. Ben hayatta ne öğrendiysem ondan öğrendim,” diyor. Babasından
aldığı bu derslerden başka, Fatih Camisi baş imamı Arap Hoca ile birlikte de Kur’an
ezberlemekte ve ondan bu sahada ders almaktadır. Rüştiyeye devam ettiği
sıralarda Fatih Camisi’nde Selânik’li Esat Dede’den Acemce dersler almaya
başlamış. Arapça derslerini de ayrıca ona Halis Efendi vermiş.
Daha sonra Fatih Rüştiyesi’ni
bitirmiş ve Mülkiye Mektebi’nin idadî kısmına yazılmış. Burada da üç yıl
okuyarak şahadetnamesini almış, bu sefer Mülkiye’nin yüksek kısmına devam etmiş.
1887 yılında babası Temiz
Tahir Efendi vefat ediyor. Dedem için büyük kayıptır bu. Çünkü hem hocasını hem
babasını kaybetmiştir. Ailenin yükü onun üzerine kalmış, kardeşiyle beraber
büyük acılar çekeceği bir döneme girmiştir. Bu acı yetmiyormuş gibi bir müddet
sonra da Sarıgüzel semtindeki ev, çıkan bir yangında yok olur. Dedem artık
gündüzlü olarak bir mektebe devam edemeyecek durumdadır. O sırada şimdiki gibi
yatılı mektepler çok fazla yok. Ayrıca iş garantili bir okul arayışı da var.
Ailenin yükü sırtında, okulu bitirip hemen işe girecek. O yıllarda baytar
mektebi yeni açılmış ve devlet baytar (veteriner) ihtiyacını bu okul üzerinden
karşılayacağı için mezunları hemen iş bulabiliyor. Bunun üzerine dedemin hayatı
boyunca meslek olarak üzerine yapışacağı baytarlık böylece başlamış oluyor.
Yani aslında ailevi bir zaruretten doğuyor. Halkalı’daki sivil Baytar Mektebi’ne
yatılı talebe olarak kaydoluyor.
1888 senesinde girdiği
baytar mektebinde başarı ile sınıf geçiyor. Çalışkanmış dedem… Baytar mektebini
birinci sınıf mevcudu 19 kişi. Dedem, bunlar arasında çalışma ve başarma
yönünden birinci geliyor. Bu sıralarda Orman mektebi talebelerinden Ispartalı
Hakkı’nın ısrarıyla Fransızca dersleri almaya başlıyor.