Şimdi burada bir izahat vermek
icap ediyor. Dedemin Almanya seyahati, Berlin hatıraları onun vaazına yansımış.
Avrupa’yı kendi lisanıyla eleştiriyor. Ancak eleştiri dilini kullanırken dahi
edebiyattan, yazı hayatından örnekler veriyor. Bu onun dini kültürü, bilgisi
kadar edebi kültürü hakkında da bize ışık tutuyor.
Dünyada Avrupalıları hakkıyla
anlayan ve anladığını da iki cümle ile özetleyebilen bir Müslüman varsa o da
ümmetin ulularından, iyi ahlâklı, mağfur Hersekli Hoca Kadri Efendi merhumdur.
İslâm dünyasının en fedakâr, en iyi ahlâklı ve ileri gelenlerinden Mısırlı
Prens Abbas Halim Paşa bir gün sohbet esnasında demişti ki:
‘-Hoca Kadri Efendi’yi zaten
Mısır’dan tanırım. Kültürüne, yüksek kişiliğine hayran olurdum. Bir aralık
Fransa’ya uğramıştım. Paris’te ilk işim bu muhterem Müslümanı ziyaret oldu.
Kendisiyle biraz hoşbeşten sonra dedim ki:
-Hocam! Senelerden beri burada
oturuyorsun. Doğu’nun, Batı’nın ilimlerine, fenlerine cidden vakıf ender
insanlardansın. Yakinen gördüğün şeyler tabiîdir ki tecrübeni, gördüğünü
arttırmıştır. Öğrenmek isterim, Avrupalıları nasıl buldun?
-Paşa! Bu adamların güzel
şeyleri vardır. Evet, pek çok güzel şeyleri vardır. Lâkin şunu bilmelidir ki o
güzel şeylerin hepsi, evet hepsi yalnız kitaplarındadır!’
Hakikat, Hoca merhumun dediği
gibi, Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki ilerlemeleri
inkâr olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan
muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu ilerlemeleriyle ölçmek katiyen doğru
değildir. Heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı fakat kendilerine asla
inanmamalı, asla kapılmamalıdır.
Bunların bütün insanlara,
bilhassa Müslümanlara karşı öyle kinleri, öyle husumetleri vardır ki, hiçbir
suretle sakinleştirmek imkânı yoktur. Sureta dinsiz geçinirler. Hürriyeti
vicdan diye kâinatı aldatıp dururlar. Hele biz Müslümanları, biz şarklıları
taassupla itham eder dururlar! Heyhat, dünyada bir müteassıb millet varsa
Avrupalılardır, Amerikalılardır. Taassubdan hiç haberi olmayan bir millet
isterseniz o da bizleriz.
Ey camaati müslimin!
Bilirim ki bu sözlerim sizin
senelerden beri avutulmuş, uyutulmuş fikirlerinize biraz aykırı gelecektir.
Onun için bir iki misal getirmek icap ediyor:
Bilirsiniz ki bizim Dünya Savaşına
girmemizden en çok istifade eden bir millet varsa o da Almanlardı. Şunu
hatırlatayım ki ben bu kürsüde ‘Dünya Savaşı’na girmek mi lazımdı, girmemek mi
iyi idi, girmeden durabilir mi idik, biraz daha geç mi girmemiz uygun idi? …’
gibi meselelerin hiçbirini konu edecek değilim. O benim esas konumun, yetkimin
dışındadır. Ortada bir olay var ki biz Almanlarla birlikte olarak harbe girdik.
Yüzbinlerce şehit verdik. Yüzbinlerce aile ocağı söndü. Milyonlarca servet
kaynadı gitti. Şimdi; Almanlar için ne lazım geliyordu? Ne yapacaklardı?
Şüphesiz bütün dünyanın, bütün dünyadaki milletlerin kendilerine harp ilan
ettikleri bir zamanda böyle tek ortakları, destekçileri olan bizleri sinelerine
basacaklar, bütün gazeteleriyle, bütün kitaplarıyla, bütün edipleriyle, bütün
yazarları ile bizi alkış, teşekkür tufanları içinde boğacaklardı. Heyhat! Bu Dünya
Savaşı’nın ilk senesinde ben mühim bir görev ile Berlin’e gitmiştim. O aralık
Almanya hükümeti bize dedi ki:
‘-Bizim millet meclisimizde
bilhassa Katolik vekiller kıyamet koparıyorlar: Almanlar gibi ilerlemiş, fen
bilgisi olan bir millet nasıl oluyor da Müslümanlar gibi, Türkler gibi
vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu, bizim için alçaklık değil midir?...’
diyorlar. ‘Aman, makaleler yazınız, eserler yazınız, biz onları Almancaya
tercüme ettirelim. Ta ki Müslümanlığın da bir din, Müslümanların da insan
olduğu bunların nazarında anlaşılmış olsun.’
Almanya hükümeti haklı idi.
Çünkü Alman milleti nazarında Müslümanlık vahşetten, Müslümanlarsa vahşilerden
başka bir şey değildi. Onların gazetecileri, romancıları; hele ‘Müsteşrik/Doğubilimci’
denilip de Doğu lisanlarına, Doğu fen ilimlerine, doğu ahlâk ve adetlerini
biliyor geçinen adamları mensup oldukları milletin fikirlerini asırlardan beri
bizim aleyhimize o kadar müthiş bir surette zehirlemişlerdi ki arada bir
anlaşma, bir barışma olmasına imkân yoktu. Biz o sırada kendimizi onlara
tanıtmak için tabiî elden geldiği kadar çalıştık. Lâkin tamamıyla başarılı
olduğumuzu asla iddia edemem. Heriflerin taassubu yaman! Kökleşmiş bir takım
kanaatler hakkı görmelerine mani oluyor.
Harp esnasında bilirsiniz ki
Almanya imparatoru İstanbul’a gelmişti. Biz safderun Müslümanlar halifenin
ortağı sıfatıyla o misafire karşı nasıl hürmette, nasıl ikramda bulunacağımızı
şaşırdık. Bu şaşkınlıkta o kadar ileri gittik ki hilâfetin merkezi, yani
İstanbul’un minarelerini kandil gecesi imiş gibi kandillerle donattık. ‘Alman
dostluk yurdu binası kurulacak,’ denildi. Bol keseden birkaç camimizi heriflere
peşkeş çektik.. Ha! Gelelim bizim bu gibi fedakârlıklarımıza karşı gördüğümüz
karşılığa! Düşmanlar Kudüs’ü bizim elimizden gasp ettikleri zaman bu felâket Dünya
Savaşı üzerine büyük bir etki yapmıştı. Yani Filistin Cephesinin bozulması
muharebe terazisini düşmanlarımızın tarafına epeyce eğdirmişti. Binaenaleyh,
müttefikimiz olan Almanlarla yine Almandan başka bir şey olmayan
Avusturyalıların bu işten bizim kadar üzülmüş olmaları gerekirdi.
Ey cemaati müslimin! İşe bakın
ki; ‘Kudüs, ister İngilizlerin eline geçmiş olsun, ister bu memleketin düşman
eline geçmesi, bu cephenin bozulması yüzünden savaş bizim hesabımıza kaybolsun,
tek Müslümanların elinde, Türklerin elinde kalmasın da düşmanımız da olsa,
dindaşımız olan İngilizlerin eline geçsin,’ diyerek Viyanalılar şenlik
yaptılar. Evlerini donattılar. Bu maskaralığı men edip yakılan elektrik
fenerlerini söndürünceye kadar Avusturya hükümetinin göbeği çatladı. Artık
taassubun hangi tarafta, hürriyetin, müsamahakârlığın hangi tarafta olduğunu bu
misallerle de anlayamazsanız kıyamete kadar anlayacağınız yoktur.”
Şimdi vaaz mı veriyor, yoksa
diplomasi dersi mi, yahut tarih mi anlatıyor bilemiyorsunuz. Ancak bildiğimiz
bir şey var ki o da Dedem’in tarihi de, diplomasiyi de bir vaaz kürsüsünden
dini literatürle millete anlatmaya çalışmasıdır. Bu vaaz oldukça önemli bir vaazdır ve Batı
karşısındaki durumumuzu, Batı’nın milletimize karşı bakış açısını özetler
mahiyettedir.
Devam edelim;
“Avrupalılara,
Amerikalılara dinsiz derler. Size bir hakikat daha söyleyeyim mi? Dünyada din
ile en az mukayyet olan bir memleket varsa o da bizim memleketimizdir.