Çok güzel konuşmaları var,
onları herkesin okumasını istiyorum. Keşke bunu gençlerimize okutup orada
olanları anlatabilsek. İstiklal Marşı’nın, o şiirlerin nasıl yazıldığını.
İstiklal Marşı okunmak için yazılmış bir şiir, halbuki onun içeriğini çocuklara
anlatmak lazım. Ben öyle düşünüyorum. Yani çocuklara kelime kelime İstiklal
Marşı’nın nasıl yazıldığını, ne maksatla yazıldığını, sadece bir şiir
olmadığını, bir devrin belgeseli olduğunu, o devirde Türk halkının yaşadığı, bu
ülkenin yaşadığı acıları, kahramanlıkları anlatan bir şiir olduğu vurgulanmalı.
Safhalar halinde geçmişten geleceğe, belki o zamandan bugünleri anlatan bir
kitaptır safhalar aslında. Kitabının da ismi odur zaten. Onun için diyorum ki,
gençlerin merak edip dedemin hayatını okumaları, merak edilmezse de
öğretmenleri tarafından merak ettirilip hayatının bir ders halinde okutulması
gerekir. Mehmet Akif’in hayatı bir ders diyorum. Yaşadıkları, ahlakı,
dürüstlüğü, kişiliği, hiçbir zaman inandığı yoldan dönmeyişi, para pul uğruna
hiçbir zaman inançlarından vazgeçmemesi, kimseye yalakalık yapmayışı örnek
alınmalı. Bir şey dürüstse dürüsttür. Söz verdiyse yapılır, inançsa inançtır. Demin
dediğiniz gibi, İslam çok güzel bir şey. Dindarlık fevkalade bir şey, dinimiz
olmazsa var olamayız ki. Neye inanacağız biz? Allah’a inanıyoruz, bizi
yarattığına inanıyoruz. Din bağlılığı olması lazım. Dedem de dindar bir insandı.
Bazılarının dediği gibi dincilik yapmadı, dinci değildi, dindardı. Dindarlık
güzel bir şey. Kuran’ı okuyup, anlamak, günümüze uygulamak, dedemin istediği buydu.
Batının ilmini alalım, her türlü disiplinini alalım ama kendi geleneklerimizi,
örflerimizi koruyarak, ikisini bağdaştıralım, ileriye gidelim diye düşünüyordu.
F.B.:
Geleneksel olanın korunması, milli olanın yaşatılmasını istiyordu. Zaten bu
yüzden Milli Mücadelede de beraber hareket ediyorlar. Şimdi Mehmet Akif’in bir
edebi kişiliği var. Biz biraz milli mücadeleci kişiliğini konuşalım. Daha sonra
onun şiirlerine yansıyan vatan sevgisi, millet ülküsü, din sevgisi, saygısı,
bunları işleyelim. Vatansever Mehmet Akif aslında ilk göreve İttihat ve
Terakki’nin verdiği vazifeyle başlıyor. Biraz o döneme ilişkin konuşalım.
Anadolu’da görevlendiriliyor, Almanya’ya gidiyor, orada Almanların esir aldığı
Hintli Müslümanlara İslam’ı anlatıyor. İslam birliğini anlatıyor. Almanların
onların dinlerine, hürriyetlerine, ırklarına saygılı olup olmadığını rapor
ediyor. Orada yaptığı konuşmalar var. Biraz o noktalarla ilgili sizin görüşlerinizi
alalım.
Selma Argon: Zaten Berlin
hatıralarında onları yazıyor. Oradaki Hintli Müslümanlarla diğer Müslümanlarla
bütün esirlerle tek tek konuşuyor. Onların dertlerini dinliyor, neler
düşündüklerini ve onun konuşmalarından karşısındaki insanların bir kısmı ya
silahlarını bırakıyor gidiyorlar, ya silahlarını düşmana çeviriyorlar. Bir
yerde kendisine verilen görevi başarıyla yapmış oluyor ve az önce konuştuğumuz
gibi, o konuşmalar, o hitaplar orada plağa alınıyor. Çok isterdim, inşallah bu
yaşadığım ömürde görürüm, keşke öyle bir imkân olsa da sesini duyabilsek.
Almanya gibi bir yerde, her şeylerini saklayan, bu kadar disiplin sahibi bir ülkede
umarım duruyordur arşivlerde diye düşünüyorum. Değerli bir şey çünkü.
F.B.:
Almanya’ya görevli olarak gidiyor, aslında bir istihbarat elemanı.
Selma Argon: Tabi, dört
kişilik bir heyet gönderiyorlar ve gizli gidiyorlar.
F.B.:
Şimdi orada şöyle bir şey dikkatimi çekti. Mehmet Akif’e Anadolu’da verilen
görev aslında İngiliz, Fransız istihbaratçıların Osmanlı’yı dağıtmak için
yaptıkları propagandaya karşı bir görev.
Selma Argon: karşı propaganda
F.B.:
Karşı propaganda yapsın diye gönderiliyor. Bu çok önemli bir görev, siz bunu
nasıl karşılıyorsunuz?
Selma Argon: O zamanki durumda
bunu dedemden daha iyi yapacak birini düşünemediler, çünkü çok kuvvetli
hitabeti vardı. Kelimeleri yerinde kullanıyor. İnsanı coşturacak bir yönü vardı,
konuşmalarında bir ateş vardı. Karşı tarafın etkilenmemesi imkânsız. Dört kişi
gidiyorlar, her birinin ayrı görevi var. Dedemin görevi de, dediğiniz gibi, karşı
propaganda yapıp insanları inandırmak, bilgilendirmek, öbür tarafa kaymamasını
sağlamak, İngilizlerin veya o andaki müttefik düşmanların bizi bölmeye
çalışmalarına engel olmaya çalışmak. Yabancı mihrakların oyunlarını anlatarak,
ümmet şuurunu aşılayacak… Ondan başkasını düşünemiyorum ben. Zaten kendi de
herhalde gönüllü olmuştu bir yerde, çünkü nerede bir Müslümanlığı ayaklar
altına almak düşüncesinde olan insan varsa dedem hep oralara gitmek istemiş,
oralara anlatmak istemiş. Müslümanlığı ayağa kaldırmak istemiş. Mutlaka severek
gitmiştir…
F.B.:
Mısır’a, Lübnan’a gidiyor…
Selma Argon: Çöllerde
dolaşıyor.
F.B.:
Çöllerde yaptığı faaliyetler var, ama özellikle Lübnan’da yaptığı bir faaliyet
var ki çok önemli. Orada Said Nursi ile karşılaşıyorlar. Onun da içinde
bulunduğu İttihat-ı İslam birliğinin bir üyesi ama Mehmet Akif başkatip. Çok
önemli. Bu İttihat-ı İslam Cemiyetinin vazifesi İslam dünyasındaki aykırı,
farklı düşünce ve fıkıh akımlarına karşı bir cevap vermek, o eğilimleri takip etmek.
Böyle stratejik bir görev alıyor ve bunu daha sonraki yıllarda da hep
sürdürüyor. İstanbul’a geliyor. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlayınca
İstanbul’da kalmıyor. İstanbul’da kalabilir aslında, fakat Sebilurreşad
gazetesinde Kurtuluş Savaşı lehine yazılar yazmaya başlıyor. Sonra memuriyetten
ayrılıyor. Mustafa Kemal’in daveti üzerine Kastamonu’ya gidiyor, gazeteyi orada
çıkarıyor. Sonra da Ankara’ya gidiyor.
Selma Argon: Zaten kapatmaya
da bir yerde mecbur oluyorlar, çünkü yakalanıp her an sürgüne gönderilebilirler.
En hafifi sürgüne gönderilmek, başka şeyler de oluyor. Öldürülebilirler, çünkü
bir yerde bir manevi lider rolü oynuyorlar. Onun için Atatürk’ün davetini de
hiçbir zaman geri çevirmek gibi bir düşüncesi yok. Zaten ülkemiz işgal altında,
yok olma noktasında, bu noktada susmak onun ahlakına uymuyor. “Şimdi susmak
zamanı değil, haykırmak zamanı, insanları teşvik edip, inandırıp, milli
mücadeleye katılmaya ikna etmek zamanı,” deyip gidiyor.
F.B.:
Ve Kastamonu… Kastamonu günleri var, iki yıl Kastamonu’da kalıyor.
Selma Argon: İlk önce
Kastamonu tabi. İnebolu’dan Kastamonu’ya geçiyor, orada bir müddet kalıyor.
Nasrullah Camisi’nde ilk vaazları veriyor… Vaazları o kadar çok tutuluyor ki,
insanlar orada da anlattılar bana, bırakmak istemiyorlar, tekrar tekrar
konuşmasını istiyorlar. Orada bir iki sefer, üç sefer belki de aralıklarla daha
fazla vaaz veriyor camide. Camiye gittim, gördüm, vaaz verdiği kürsü duruyor.
İnanın çok tesir altında kaldım camiye girdiğim zaman. Zaten hangi camiye
girerseniz girin, böyle bir etkisi var. İnsanın üstünde camilerin böyle huzur
verici bir havası var, fakat oradaki hava başka türlü. Oraya dedeniz girmiş,
bütün insanları coşturmuş, başımıza gelenleri, gelecekleri açıkça anlatmış.
Milli Mücadele olmazsa eğer başımıza neler gelebilir açıkça anlatmış onlara.
Araya dualar katarak, Kuran’dan aldığı ayetleri anlatıp onları tefsir ederek,
insanları coşturmasını bilmiş ve insanlar da hakikaten inanmışlar. Kastamonu,
bildiğim kadarıyla oraya kadar düşman gelmediği halde en çok şehit veren ya
ikinci ya üçüncü şehirlerimizden biri… O kadar katılım olmuş, kadınları,
kızları İnebolu’dan cephane taşırlarmış.