Nerelere gitmiş, orada tekrar
yakalanmış gelmiş, yani harap olmuş bir hayat diyorum ben Emin dayım için. Tabi
geçtiğimiz aylarda dedemin yakın arkadaşı Eşref Edip’e yazdığı yeni bir mektup
ortaya çıktı. O mektupta Emin Dayımın İstanbul’da yaptığı işler ve tutukluluk
haline ilişkin ne denli kızgın olduğunu görüyorum. Dedemin, vefatından kısa bir
süre önce Eşref Edib'e yazmış olduğu 7 Mayıs 1936 tarihli mektubu sayesinde
Emin Dayımla ilgili o hislerini öğrenmiş olduk. O mektupta, bir babanın
çığlıklarını, feryadını okuyoruz aslında. Diyor ki mektubunda dedem, nasıl
içerlenmişse artık; "Bizim namussuzun yeni rezaletini işitmemiştim, Allah
canını alsın! Bari müddet-i mahkumiyeti kısa olmasaydı da mahbesten cenazesi
çıksaydı! Kuzum, bana bunu, yani kaç ay yahut kaç seneye mahkûm olduğunu
bildir. Bir de Rıza'ya söyle: tahfif-i cezası [cezasını hafifletmek] için çare
aramaya katiyen tevessül etmesin. Hınzır mahbesten çıkar çıkmaz daha ağır bir
cinayete [suç işlemeye] kalkışır."
Nasıl kızmış, nasıl
içerlemişse artık dedem, Emin Dayım için “hınzır” ifadesini bile kullanmış.
Ayrıca dostlarının araya girip cezasının hafifletilmesini de istememiş. En
ağırı da “keşke o mahpustan cenazesi çıksaydı” ifadesidir ki, bu dedemin asıl
çığlığıdır.
Tabi biliyorsunuz Emin Dayımın
hayatı, daha küçük bir çocukken milli mücadele yıllarında başlar. Dedemin hep
yanındadır. Anadolu’ya beraber gitmişler, Ankara’da beraber yaşamışlar. Milli
mücadelenin o ağır şartlarını hem de bir çocuk saflığında, çocuk yüreğiyle
yaşamış. Mısır hayatında da dayım Emin’in izleri var. Bu kadar ağır bir dönem.
Mısır dönüşünde yaşadığı şaşkınlık, sahipsizlik, ilgisizlik onu maalesef
içinden çıkamadığı bir hale sokmuş görünüyor. Emin dayımın hayatı ailemiz
içinde bir acı geçmişten ibarettir. Ben henüz küçük bir çocuktum onunla
tanıştığımda. Ailenin bir kısmı Mısır’da, bir kısmı Beytüşşebap’ta, bir kısmı
Almanya’da, bir kısmı İstanbul’da. Dedeme ve dedemin temsil ettiği fikre karşı
yürütülen mücadelenin bir esiri olmuştur dayım Emin. İstiklal Marşı’na imza
atmış bir babanın oğludur ama babasının da, kendisinin de arkasında hafiyeler
gezmiş, sanki bir suçlu gibi muamele görmüşlerdir. Dayım için en ağırı askerlik
hizmetinde Kuran okuduğu ve okuttuğu için esir düşmesidir. Bu ona çok ağır
gelmiştir, şimdi ona ait hatıralardan bunu öğreniyoruz. Biliyorsunuz, Emin
dayım hakkında, Reşat Ekrem Koçu’nun yayımladığı, ancak tamamlanamayan İstanbul
Ansiklopedisi’nin (C.10, s.5220, İstanbul 1971) ilgili maddesinde ve Emin
Ersoy’un 1948 yılında Millet Mecmuası’na verdiği, dedemle Kurtuluş Savaşı’nda
Ankara’da geçirdiği günleri ve çocukluğunu anlattığı mülakatından bazı bilgiler
ediniyoruz.
Emin Dayımın yaşamı tam bir
çile… Askerlikten sonra iş bulamamış, İstanbul’da sabahçı kahvelerinde ve
hamamlarında yatmış. Yalın ayak dolaşarak şarap, ispirto ve esrar parası için
hamallık yaptığı söyleniyor. 1939 yılında İstanbul polisi tarafından
esrarkeşlik nedeniyle yakalanmış.
Bir süre akıl hastanesinde,
bir başka suçtan da cezaevinde yatmış. Kendisini bulan bir baba dostu
tarafından Bursa’da Atatürk Çiftliği harasına kâhya olarak yerleştirilmiş,
evlenmiş ve düzgün bir yaşam sürdürmeye başlamış. Fakat 1963-64 yılları
arasında işten çıkartılmış, İstanbul’a döner dönmez yeniden esrarkeşliğe
başlamıştır. 1966 yılında eşi ölünce yalnız kalmış ve bu durum ona ağır gelmiş.
Maalesef kendini daha fazla içki ve esrar içmeye vermiş. 1966 yılı sonlarında
birkaç ay akıl hastanesinde kaldıktan sonra Kasım 1966’da oradan çıkmış,
İstanbul Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoserinde yatmaya başlamış.
24 Ocak 1967 günü bu kamyonun karoserinin altında, yerde ölü bulunmuş.
Yazık olmuş bir hayat. Öyle
bir insanın başkaları tarafından utanç kaynağı olarak görülmesi, utanç kaynağı
gibi gösterilmesi.
1962 senesinde, Çetin Altan
köşesinde yazdı; “Birisi girdi içeri, süklüm püklüm halde. İçeri giren, Milli Şairimizin
oğlu Emin Ersoy’du…” Biraz para istemiş Çetin Altan’dan. “Ne kadar para
vereceğimi bilemedim, utandım. Cüzdanımı uzattım, içinden çok az bir miktar
para alıp, teşekkür edip gitti,” diyor Çetin Altan.
Ancak 1967’de Milliyet
gazetesinde yayınlanan ölüm haberi daha acıdır. Bugün o haberleri okuduğumuzda
ailenin içine düştüğü fakirliği, yokluğu, sahipsizliği daha iyi görüyor ve
derinden üzülüyorum. Haber metni şöyle: ''... Şair Mehmet Akif Ersoy’un oğlu
Mehmet Emin Ersoy, (İstanbul) Tophane semtinde, Hacı Mimi Sokağı'nda bir kamyon
kasası içinde ölü bulunmuştur. Devamlı olarak alkol alan 45 yaşındaki Mehmet
Emin Ersoy'un bir kalp krizi sonucunda öldüğü anlaşılmış ve cenazesini
kaldıracak bir makam bulunamadığı için ceset uzun süre sokakta kalmıştır! Üç
yıl önce eşi ölen Mehmet Emin Ersoy, kendini uyuşturucu maddeye vermiş ve
tophane'nin arka sokaklarında yaşamaya başlamıştı!" Çok ağır bir son.
Ferda Hanım: O gazetede çıktı,
biliyorum. Hatta ben karşılaştım da Emin Dayımla…
Selma Argon: 1962’de ben de
Almanya’daydım. 1962’nin sonunda geldim, Ankara’ya gittim, Ankara’da evlendim,
gittim zaten.
Ferda Hanım: Aslında bu son
senelerde büyükbabamız hakkında konuşmalar çoğaldı. Eskiden bir konu gündeme
geldiğinde bir şekilde haberimiz olurdu, olayların çok içinde olamadık. Şimdi
bilmiyorum ama orada işimiz olduğu zaman bir yerden birinden çıkardı. Nasıl
çıkardı hâlâ bilmiyorum. Hemen oradan birisi çıkardı olaylardan bizi haberdar
ederdi… Halbuki soyadım başkaydı, ama bizi bulurlardı.
Selma Argon: Güney’di o zaman
ablamın soyadı.
Selma Argon: Eşinden
ayrıldıktan sonra tekrar Argon soyadını aldı.
Ferda Hanım: Orada yaşarken, nasıl
oluyorsa bir yerden biri gülümseyerek çıkar gelir, “Siz Mehmet Akif Ersoy’un
torunu musunuz?” diye sorar ve bize hürmet eder, ikramda bulunurdu.
F.B.:
Dedenizin bereketi o da.
Ferda Hanım: Bugüne kadar hiç
konuşulmadı. Sevindiğim taraf, bunları Selma’ya dedim, iyi ki bu kitaplar çıktı
çünkü ben kendi şiirimi sadece bir kere annemin okumasından biliyordum. Dedemin
o şiiri yazdığı kart bende duruyordu.
Selma Argon: Bana çok ısrar
ettiler, ablanız da dedenizle beraber tarihe geçsin dediler. Sizden bahsedilir,
isminizden, artık hiç unutulmayacak dediler, ablamın şiiri için. Hakikaten de
iyi oldu. Görsünler, tek çocuk şiiri o.
Ferda Hanım: Sonra abla söyledi,
yazdığı en özel şey…
F.B.: Kart sizde mi duruyor şu an?
Ferda Hanım: Selma saklıyordur
herhalde, verdin mi kartı sen?
Selma Argon: Kartın orijinali
var ben de.