“Evlâdım Su'âd,
Mektûbu ben de seyrek yazıyorum. Sebebi de senin kardeşine
yazdığın mektûblardan âfiyetinizi haber aldığım, onun sana yolladığı
mektûblardan da sence merâk edecek bir şey kalmadığını bildiğimdir. Cenâb-ı
Hakk cümlemizi sıhhatten, selâmetten cüdâ etmesin, âmîn!
Şarka doğru gitmek üzere hazırlık emri almışsınız. Cenâb-ı Hakk
hayırlı eylesin. Ahmed'e de yazdım: Seni birlikte götürmek, yahut evvelki
tasavvur veçhile bu tarafa göndermek şekillerinden hangisini tercîh etmek lazım
geleceğini zannederim, mahal-i azîmet belli olduktan sonra siz aranızda
düşünürsünüz. Gelirsen başımız üstünde yerin var. Ferdâ'yı da mektebe veririz.
Geçen sene az oturduğun halde çok istifâde etmiştin. Bu sefer inşâallah daha
ziyade müstefîd olursun. Yok, beraber gitmek tarafı sizce daha münâsip
görünürse bu kararınızı tebdîl için ısrâr etmek de istemeyiz. Evet, seni
aramızda görmek şübhe yok ki büyük bir sa'âdettir, lâkin â'ilî husûsâtı nazar-ı
dikkate almak da zarûrîdir. Hâsılı mes'eleyi kendiniz hallederek netîceyi
bildiriniz.
Annen hamd olsun çok iyi. Kardeşlerin sıhhatçe fenâ değildir.
Çinici Fuad Beyler üç ay kadar oluyor ki, İstanbul'a gittiler.
Annenle ikimiz gözlerini öperiz. Kardeşlerin ellerini öpüyorlar.
Cenâb-ı Hakk'ın sıyânetine emânet olunuz iki gözüm Su'âd.
11 Haziran 1932
Baban Mehmed Akif
Evet, bir başka mektup
daha paylaşalım. Bu oldukça ilginç bir mektup. Dedem annemlere hayli kızmış, az
yazdıklarını, bu duruma kızdığını sölüyor.. Ceza kesmiş annemlere, “Size
fotoğrafımızı yollamıyorum, Ferda Kadına yolluyorum,” demiş. Sanki Ferda Kadın
bakacak yalnızca, ama işte hem ceza hem lütuf…
Su'âd,
Mektûbunuz çok geciktiği için annen alabildiğine sinirlenmişti.
Kaç kereler bu husûsda ricâda bulunmuştum, aman üç-beş satırlık âfiyet
haberlerinizi bir an evvel yollayın demiştim. Nedense bir-iki mektûbdan sonra
ihmâle başlıyorsunuz. Cezâ olarak ben de bu sefer cevâbımı hayli te'hîr
ediyorum ve gâyet kısa yazıyorum. İkinci bir cezâ olarak resmimi ne sana hediye
ediyorum, ne de Ahmed'e! Ferdâ Kadın'a yolluyorum.
Havalarınız hâlâ iyi mi gidiyor? Ferdâ nasıl?
Annen hayli zamandır pek iyi idi. Sıkıldı bir kerre göğsü tuttu.
İki-üç gündür de parmaklarında dolama gibi şişlikler hâsıl oldu. Zavallıyı
uyutmuyorlar. Bir gün gidebilirse hekime parmaklarını gösterip ilaç alacak.
Mahsûs gözlerini öpüyor. Benim tarafımdan Ferdâ'yı öpüver, olmaz
mı?
Allah'a emânet ol Su'âd Hanım.
Baban
Mehmed Akif
Ferda Hanım: Bu kadar sevgi
dolu dedem… Ben üvey abimi çok severdim, Allah rahmet eylesin. Onun nasıl
olduğundan bile bahsetmiş, bu kadar sevgi dolu, bu kadar canının içinden
kelimeleri nasıl söyledi. O zaman bayağı gözlerim doluyor ve ben ağladım. O
kadar gücüme gitti ki, “Selma,” dedim, “bu yazıları görüyor musun? Bu ne
sevgidir, bu ne insan sevgisidir.” Tabi ki bizler onun başkadık, ama herkese
karşı, sevdiği insanlara karşı hep böyleydi. Vefası, üzüntüsü başka. Onun ruh
halini en güzel yansıtan aile içinde yazdığı mektuplarıdır. Sevgi dolu, içten,
samimi. Evimizde bulunan yakın arkadaşının çocukları vardı. Biliyorsunuz
arkadaşıyla ahitleşmişler. Kim evvel vefat ederse, hayattaki diğerinin ailesine
bakacak diye. Adamcağız vefat etmiş. Dedem verdiği söz üzerine ailesini evimize
taşıdı ve biz de o çocukları kendi kardeşlerimiz bilerek yaşadık. hâlâ onların
çocuklarıyla da iletişimimiz devam ediyor.
Selma Argon: Sevgisinde çok
cömertmiş zaten, sevdiği insanlarda…
Ferda Hanım: Büyük annemizi
sırtına alıp taşıması, eliyle ilaçlarını vermesi, eşine gösterdiği hürmet,
izzet gerçekten takdire şayandır. O bir şair, ama onun mektupları sadece
edebiyatın konusu değil, aile içi iletişimde de bu mektupları çok önemli ve
değerlidir. Bütün aileye, herkese, hepsine yazarmış mektup. Bugün o mektupların
hemen büyük kısmı elimizde. Tarih çıkıyor meydana okuyunca…
Selma Argon: Yani bütün
çocuklarıyla mektuplaşırmış, tabi bunlar sadece anneme babama yazılanlar.
Ferda Hanım: Bir de annem en
küçük olduğu için… Onun o küçücük yüreği, baba özlemi var… Dolayısıyla Su’ad Hanım
yani annem, dedem Akif için bambaşkadır.
F.B.:
Tabi daha özel…
Ferda Hanım: İçlerinde keman çalmak isteyen, müzik yapmak isteyen ve biz
sardık, annemin son zamanlarda elleri tutmuyordu, ayakta saatlerce resim
yapıyordu. Küçücük bir odamız vardı orada iki kat böyle artık çok yaşlanmıştı.
Saatleri unuturdu ayakta ben imkânı yok
o kadar ayakta durayım. Biraz daha var, annem kadar olacak. Yani o sevgi belki
de onun o kadar duygusal olmasında onu daha çok sanki içten bir şeyler
yazıyormuş gibi geldi bana, bilmiyorum tabi.
Ferda Hanım: Ama hep yazarmış.
Selma Argon: Cevat abiyi alıp,
ilk eşinden olan çocuğu alıp annemin yanına getirmiş, sonra da annemin nüfusuna
kaydettirmiş onu. Annem herhalde öğrendikten sonra biraz hani gönlü mü kırıldı
ne olduysa, belki haberi yoktu. Dedemin ona mesela bir mektubu var, “O size
Allah’ın bir emanetidir,” diyor Cevat için. ”Ona en iyi şekilde bakacağına
eminim kızım,” diyor anneme. Çocuk, gariban, ablamdan belki bir yaş, iki yaş
büyük ancak.
Ferda Hanım: Çok severdim ben
onu, “Abi, abi…” diye seslenirdim... Birden bire Cevat abiden bahsetmeye
başladık.
Selma Argon: Askerlik
resimleri var …
Ferda Hanım: Tıpkı babama benzerdi.
Selma Argon: Babama çok
benzerdi.
Ferda Hanım: Yeşil gözlü,
kumral saçlıydı. Babamız ince, uzun boylu, çok yakışıklı adamdı. Cevat abim de
tıpkı babama benziyordu, çok severdim.