F.B.:
Peki, 1927’de doğdunuz. Dedenizin vefatı da 1937’de Mısır Apartmanı’nda, yani
siz 10 yaşındasınız.
Ferda Hanım: Ben iyice
hatırlayamıyorum artık. O geldiği zaman herhalde biz Anadolu’daydık. Annemle
geldik ziyarete ve çıktık oraya diye hatırlıyorum ben. Fazla bir şey
hatırlayamıyorum.
Selma Argon: Ara sıra
konuştuğumuz zaman başka şeyler de hatırlıyor. Ben oraya gittiğimde ürktüm
diyordu. Deden hasta yatıyor demişler, o da annemin arkasına saklanarak
seyretmiş, evvel bana o söylemişti.
Saklanıp oradan bakmış.
Ferda Hanım: Bir de bir şey
var, ben Anadolu’da büyüdüm. Tam bir Anadolu kızıydım. Orada okudum ve
İstanbul’a ilk geldiğimiz zaman ziyaret ettik, daha sonra da geri döndük.
Selma Argon: Biraz çekingendir
ablam, eskiden beri öyle çekingendir, biraz utangaçtır çocukluğunda.
Ferda Hanım: İstanbul’da
geldiğimde beraber vakit geçirdiğim bir kuzenim vardı, aşağı yukarı aynı
yaşlardaydık. Ömer Rıza’nın torununun kızı. Beni oraya buraya götürürdü. Biz Beytüşşebap’tan
yola çıkıp Van’a ilk geldiğimizde Van’da bir yerde tren vardı, ben treni
gördüm. Tıpkı filmlerdeki gibi korktum. Yani ben oradaki çocuklar gibi
tamamıyla doğuda yetişmiş bir insandım. Oradan İstanbul’a geldiğimde şaşkına
döndüm.…
F.B.: Peki, Ömer Rıza Doğrul teyzenizin eşi.. Ömer
Rıza Doğrul ile ilgili neler aktarırsınız?
Ferda Hanım: Evet. Dedem
Mehmet Akif’in İlk damadıdır kendileri… 1883’de Kahire'de doğmuş ama aslen
Burdurlu bir ailenin çocuğudur. Aile çok sonraları Mısır'a göç etmiş. Ezher'de
hukuk eğitimi görüyor, ancak onun ilgisi gazetecilik. Ve mesleğine ilk Mısır'da
başlıyor. Dedemle de Mısır'da tanışıyorlar.
1. Dünya Savaşı'nın arifesinde
İstanbul’a geliyor. Amacı dedemle görüşmek, ancak bu gelişi onun aile
kurmasıyla sonuçlanıyor. Çünkü dedemle görüşürlerken tanıştıkları teyzemiz
Cemile'ye âşık oluyor, burada da evleniyorlar. Hem evlilik hem de dünya
savaşının başlaması üzerine Mısır'a dönmekten vazgeçiyor Ömer Rıza eniştemiz...
İstanbul'da kalıyorlar. Eniştemiz Ömer Rıza Doğrul'un Arapçaya hâkimiyeti mükemmeldi.
İslamiyet ve dinler tarihi
üzerine yaptığı incelemeler ve araştırmaları olan bir gazeteci yazar olarak
kamuoyu onu tanıyor aslında. El-ezher medresesinde din öğrenimi gören
eniştemiz1925’te İstanbul’a geldiğinde sadece evlenip yuva kurmuyor, mesleğini
de icra ediyor. Tasvir-i Efkâr’da başladığı yazı hayatının ilk yıllarında
İslamcılığı savunan yazılar yazdı. Cumhuriyet’in ilanından sonra İkdam, Akşam, Tan,
Cumhuriyet gazetelerinde İslam tarihi, dinler tarihi, Türk ve Arap
edebiyatlarıyla ilgili makaleler, siyasi yazılar kaleme aldı. 1950 genel
seçimlerinde Demokrat Parti listesinden Konya milletvekili seçildi. 1951’de
Pakistan’ın başkenti Karaçi'de toplanan İslam Konferansı’nda Türk heyetine
başkanlık etti. Kuran Tanrı buyruğu (1934); İslam Tarihi (10 cilt, 1928-1935), Yeryüzündeki
Dinlerin Tarihi (1938), İslam’ın Özü ve Kuran’ın Ruhu (1946) gibi eserleri var.
Onunla ilgimiz çoktu, sonradan
buraya gelip yerleştiğimiz zaman daha çok gelip gittik. Yakın bir yere tayin
oldu, buralarda bir yere. İstanbul’da ve etrafında oturduk biz de. Çok gelip
gittik, çünkü kuzenimle aşağı yukarı aynı yaşlardaydık, çok iyi anlaşırdık. İki
kızı bir oğlu vardı. Büyük kızı Rezzan, diğeri Nazan. İkimiz aynı yaştaydık.
Bir de ablamız vardı, o vefat etti. Rezzan en yakın arkadaşımdı benim. Yeni
yetişme dönemimizdi. O zamanlar bu türlü saç tokaları yoktu. Aksaray’da
otururduk, Laleli tarafında. Evimizin küçük bir balkonu vardı. Banyo
yaptığımızda, saçlarımızı güneşte
kurutur, bir de kâğıtlarla saçlarımızı sarardık. O zaman başka şeyler yoktu..İkimiz
yeni yetişkindik. Koca bir ayna vardı oturma odalarında, eniştem yanımızdanken
geçerken bakar bakar “kuzucuklar” derdi bize, çok severdim.
F.B.:
Ömer Rıza’nın evinde mi?
Ferda Hanım: Tabi. Bakar bakar
yalıdan geçerken çantası elinde, gece yarısından sonra gelir, içeriden geçer “Kuzucuklar!”
diyerek bizi severdi. “Saçlarınızla meşgul oluyorsunuz, biraz da içinizle
meşgul olun,” derdi, hiç unutmuyorum onu. Böyle yapar (başını işaret ederek), “İçine
bakın biraz, kafanızın içine. Orayı doldurun,” derdi. Çok okurdu, kitaplara
yakın, yazıya, kaleme kâğıda dost biriydi. Geç saatlere kadar çalışırdı.
Selma Argon: Ben de Ömer Rıza
eniştemi hatırlıyorum. Ben de çok küçüktüm.
Ferda Hanım: Selma çok
küçüktü.
Selma Argon: Annemle birlikte
çok giderdik oraya. Onun çalışma masasının köşesine çıkar oturur, ayaklarımı
sallandırırdım. O çok sigara içerdi. Şöyle madeni bir kutu içinde yeşil, üstü
şekerli okaliptüs tabletleri vardı, onlardan atardı ağzına. Ben de ona baka
baka bir tane alır ağzıma atardım. “Kızım, acıdır. Yavrum, kuzucuğum…,” derdi
bana, sormadan alıyorum diye kızardı. Çok hoşuma giderdi. Lastik gibiydi,
boğazı açıyordu.
Geçen gün çok enteresan bir
şey oldu. Beni Ankara’dan bir hanım aradı. Ömer Rıza eniştem Vakit gazetesinde
çıkan bir yazısından dolayı Ulucanlar Cezaevinde bir buçuk ay hapis yatmış. Eskiden
cezaevinin ismi değişikmiş, sonra Ulucanlar olmuş. Tabi ben bilmiyorum..
Cezaevinin 2000 senesinde kapandığını söyledi. Müze haline getirilecekmiş. O
cezaevinde yatan mahkumların yakınlarını arayıp onlara ait eşyaları almak
istiyorlarmış müze için. Eniştemin onlara verilecek herhangi bir eşyası olup
olmadığını sordu. Bir mendil bile olsa almak istediklerini söyledi. Kimisinin
tespihini, kimisinin hapisteyken okuduğu Kur’an’ı, kimisinin okuduğu başka bir
kitabı… bir şeyler bulmuşlar. Nazım Hikmet de orada yatmış galiba.
F.B.:
Kimler var, Ömer Rıza Bey’in çocuklarından yani teyzenizin çocuklarından?
Selma Argon: Ömer Rıza eniştemin
büyük kızı Nazan Doğrul hiç evlenmedi, hayatta değil. Küçük kızıysa ablamla
aşağı yukarı aynı yaşta fakat artık Alzheimer hastası. Eşiyle beraber oturuyor.
Onun iki tane kızı, iki tane oğlu var. En büyük kızı Serpil, ondan sonra Elçin
bir de Aydemir var… Aydemir Güler. Dündar abi uzun yol kaptanıydı, uzun seneler
çalıştı, emekli oldu. Onlar sağ, onların çocukları var.