Selma Argon: Kamış? Flüt mü
yapardın?
Ferda Hanım: Yok, sarmaşık,
suya asılanın adı nedir
Selma Argon: Saz işte kamış
Ferda Hanım: Yok yok, ağaç.
Selma Argon: Akasya mı?
Ferda Hanım: Hayır, akasya
sulak yerlerde olur.
Selma Argon: Kavak mı?
Ferda Hanım: Kavak da değil. Yeşildi,
hep suya doğru akar, onun yeşilliklerini kesip ondan düdük yapardık.
Selma Argon: Erkek gibi çok yaramazmış,
annemi deli edermiş. Bir şeyini anlatacağım, annemi kızdırmış gene, neyse…
Ferda Hanım: Beni kovalar…
Selma Argon: “Bir kerecik, bak
gel bir kerecik vuracağım,” diyormuş annem. Bir keresinde tuvaletin
penceresinden kaçmış, yakalayamamış annem.
Ferda Hanım: Çok yaramazdım,
işte orada abimi hatırlıyorum. Abimi çok severdim.
Selma Argon: Babam onu alıp
şarka getirmiş, çünkü dedem “Kürtçe öğreniyor mu?”, “İyi besleniyor mu çocuklar?”
diye soruyor.
Ferda Hanım: Orada tabi…
Erciş’i çok iyi hatırlarım. Mangalar vardı, sokakta çamur içinde, onu
hatırlıyorum. O kadar soğuk olurdu ki, orada yapılan sert bir şeyler vardı,
yünden yapılan büyük halılar, çok ağırdı…
Selma Argon: Elde yapılıyor.
Ferda Hanım: Geceleri onlarla
altımızı ve üstümüzü bağlardı annem, düşüp de üşümeyelim diye. Çok soğuktu
hava.
Selma Argon: Oturdukları şey de Necla’nın olduğu yerde bir odada
annemler yere hasır, öbür odada başını çıkarırmış orada Necla bakarmış.
F.B.:
Babanız veterinerlik yapıyor…
Selma Argon: Veterinerlik
yapıyor.
F.B.:
Köylere gidiyor, çiftliklere gidiyor…
Ferda Hanım: Ama orada asker…
Selma Argon: Hem asker, hem
veteriner, o zaman her yerde atlı birlik var.
Ferda Hanım: Onun için biz hep
minicik yerlerde oturduk. Ne derler… Onlar kocaman askeri katanalar…
F.B.:
Katanaları diyorsunuz.
Selma Argon: Katana, evet…
Ferda Hanım: Katanalar kocaman
şeyleri çekiyorlardı.
Selma Argon: Tabi, onlar çok
kıymetli hayvanlardı.
Ferda Hanım: O zaman topları,
bilmem neleri…
Selma Argon: Trabzon’da da
atlı birlik vardı, Ben bazen onları seyrediyordum… Bir katır vardı Trabzon’da
çok komik. Asker onu tımar ediyor güzelce, ondan sonra bırakıyor. O kadar
inatçı bir hayvanmış ki, gidiyordu yerlere yatıp yine tozlanıyordu, tepiniyor,
tepiniyordu.
Ferda Hanım: Selma babamla az
yaşadı…
Selma Argon: Ben hemen hemen
hiç gitmedim onlarla…
Ferda Hanım: Ben daha çok
babamla yaşadım hep, bütün gün evden işe gidene kadar yani… Sonra 1957’de
Almanya’ya gittik… Eşim yanımda ve küçük çocuğum kucağımda… 2000-2001’den sonra
da tekrar döndüm. Ama her yaz ve kış gelirdim. Ailem burada, annem, dayım,
kardeşim… hepsini çok özlüyordum. Vatanımızdan ayrı, yabancı bir ülkedeyiz.
Allaha şükürler olsun ki Almanya’da da yaşamak için bir düzen kurabildik. Ancak
benim için Almanya, oğlum Ali’yi genç yaşta toprağa verdikten sonra bitti. O
acıyla o topraklarda bu kadar büyük hasretle yaşayamazdım. Tekrar ülkeme
döndüğümde Almanya’da 30 yıldan fazla kalmıştık. Hayatımın en önemli günlerini
orada geçirmiş, gurbet acısını derinden yaşamış olarak geldim.
F.B.:
Peki, Mehmet Akif Ersoy’un torunu olmak nasıl bir duygu. Biz Selma Hanım’la
bunu konuştuk, siz neler söylemek istersiniz. Hem isminizi vermiş hem de size
bir şiir yazmış.
Ferda Hanım: Eskiden o kadar
çok üstüne konuşulmuyordu. Annem Türkçesini okumuştu ezberlemiştim o zamanlar. Son
zamanlarda, eksik olmasınlar, birçok yeni şeyler daha fazla konuşuluyor,
meydana çıkıyor. Ben de dâhil olmak üzere bilmediğimiz şeyleri öğreniyoruz
çünkü annem eski Türkçe kitapları okurdu. Kendimiz o mektupları, yazıları
bilmiyoruz. Ben de şimdi yeni yeni onları okuyunca mutlu oluyorum…
F.B.:
Anneniz Osmanlıca okuyabiliyor, zaten Osmanlıca eğitim de aldı.
Selma Argon: Çok da güzel
yazısı vardı.
Ferda Hanım: Şimdi pişmanım,
keşke biz de öğrenseymişiz. Ancak yeni bir dönem, yeni bir cumhuriyet vardı.
Harf inkılâbı yaşandı biliyorsunuz. Eski yazı diyoruz konuşurken bile. Annemin
şiirleri, yazıları olurdu Osmanlıca. Bazı notlarını da Osmanlıca tutardı. Annem
çok güzel keman çalardı… bugün onu konuşuyorduk. Sesi çok güzeldi, babamın da
sesi çok güzeldi. Evde çalardı, ben hatırlarım, beraber söyledikleri o şarkılar
kulağımda hep.
F.B.:
Neler söylerdiniz?
Ferda Hanım: Hem resim hocası
tutulmuş anneme, hem de müzik. Dedem Mehmet Akif özellikle istiyor çünkü resim
yapmayı çok istiyormuş annem. Ayrıca keman çalmak istiyor. Dedem özellikle bu
eğitimleri aldırıyor. Bilen bilir, çok üzüldük biz… Orada çok değişik hayatımız
oldu. Ne oldu bilmiyoruz, çok yer değiştirdik, ikimiz de öyle. Ben zaten
dediğim gibi 1957’de gittim. Kesin dönüşüm 2001’de oldu. Orada kaldığım süre
boyunca her yaz, hatta son zamanlarda annem iyice yaşlanınca kışın da
geliyordum. Özlüyordum. Devamlı gelip gidiyordum. Oğlumu da kaç kere getirdim.
Annem geldi…
Selma Argon: Küçükken
geldi, sonra büyüdüğü zaman geldi.